Ögeler etikete göre görüntüleniyor: Cezaevleri

Almanak 20062006 Nisanı’nda Avukatlar Günü’ydü. Hukuk ve adalet üstüne konuşmalar yapılacaktı o gün. Ülkenin hukuk insanları bir yıl boyunca yapılan adaletsizlikleri anlatacaklardı. Çözüm için kamuoyundan destek isteyeceklerdi. Tam bu sırada adalet adına başka bir ses yükseldi; 

“Ben Avukat Behiç Aşçı. Bugün hukukun ve adaletin yok edildiği bir ülkede yaşam hakkı için ölüm orucuna başlıyorum.” 

Birden tüm sesler sustu. 1999’un son günlerinden bu yana kimi zaman fısıltılarla, kimi zaman da bangır bangır haykırılarak yapılan bir tartışma, kamuoyunun ortasına düşüverdi. Bir hukuk adamı konuşuyordu: 

“Ben Avukat olarak 6 yıldır elimden geleni yaptığımı düşünüyorum. Suç duyuruları, davalar, şikâyetlere rağmen tecritin kaldırılması konusunda hiçbir adım atılmamıştır. İşte bu nedenle 5 Nisan Dünya Avukatlar Günü’nde yapabileceğim son şeyi yaparak ölüm orucuna başladım. Kendime ait bir talebim yoktur. Hapishanelerdeki tecritin kaldırılması tek talebimdir. Beni bu eylemi yapmaya iten Adalet Bakanlığı’dır. Eylemime intihar eylemi olarak bakmıyorum. Elbette yaşamayı ben de seviyorum ve istiyorum. Ama müvekkillerimin tecrit koşulları altında tutulduğunu seyrederek yaşamak istemiyorum. Her gün eriyip yok olmalarını izleyerek yaşamak istemiyorum. Onlara karşı bir vicdan borcum var ve bunu ödemeliyim.” 

Ek bilgiler

  • Yazar Mehmet Esatoğlu
  • Yıl 2006
Yayınlandığı kategori Sanat Edebiyat

Almanak 2002Öncelikle kitapların yasaklanması, yazar ve yayıncıların yargılanması karşısında, bunları haberleştiren ve yorumlayan yazılı, sesli ve görsel medya mensuplarına, dayanışma gösteren ulusal ve uluslararası meslektaşlarımıza, yazar örgütlerine, insan hakları kuruluşlarına, Düşünce Özgürlüğü inisiyatifine teşekkür ederiz. Dünya yayıncılar toplumunun bize verdiği manevî destek yayınlama özgürlüğü mücadelesi için moral ve cesaret veriyor.

Aşağıda geçmiş dönemde yayınlama özgürlüğüne ilişkin kısa bir sunum yer alıyor. Sn. Bülent Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümeti sırasında, ifade ve yayınlama özgürlüğü alanına ilişkin sorunların arttığını, daha ciddi boyutlar aldığını belirtmek zorundayız.

2000 yılı içinde 14 yayınevince yayınlanan 14 kitap yasaklandı ve yargılandı. 2001 yılında ise 23 yayınevinin 42 kitabı ve 38 yazar aynı kaderi bölüştü. İçişleri Bakanlığı’nın resmî verilerine göre aynı yıl içinde kitap ve süreli yayın olarak yasaklanan yayınların toplam sayısı ise 1300’dü. Yasaklanmadan yargılanan kitapların oranı oldukça düşük. Ve açılan davaların çok azı beraatle sonuçlandı.

2002 yılında ise önceki yıllara oranla yasaklanan ve suçlanan kitapların sayısında önemli bir artış meydana geldi. Bu yıl içinde, bize ulaşan verilere göre yargılanan kitapların sayısı 77, yazarların sayısı 57 ve yayıncıların sayısı ise 38’di.

Ek bilgiler

  • Yazar Ragıp Zarakolu
  • Yıl 2002
  • Kurum Yayınlama Özgürlüğü Komitesi Başkanı
Yayınlandığı kategori İnsan Hakları

Almanak 2002Çok çok uzun yıllar önce, deniyordu ki, "Türkiye'de işkence yapıldığını söyleyenler vatan hainleridir. İşkence yoktur." Çok çok uzun yıllar önce deniyordu ki, "Türkiye'de işkence yapıldığını söyleyenler Türkiye'yi kötü göstermek isteyen maksatlı çevrelerdir. İşkence münferittir."Çok çok uzun yıllar önce deniyordu ki, "Türkiye'de yaygın ve sistematik işkence yapıldığını söyleyenler, teöristleri savunmak için bu söylentiyi yaymaktadırlar. İşkence yasalara göre suçtur. Türkiye'de polisin içinde böyle kötü davranışta bulunanlar olursa, idari ve yasal takibat yapılmaktadır. Bu da işkencenin bir devlet politikası olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla sistematik olmadığını göstermektedir."Sonuç olarak, çok çok uzun yıllar önce, işkenceye karşı mücadele edenleri suçlayanlar, birer birer işkence ile ilgili önlemleri almaya başladıklarını söylemeye başladılar. Genelgeler, yasalar çıkardılar. Olguyu inkar edişten, olguyu kabule doğru bir politika izlemeye başladılar. Münferit olaydan yaygınlığını kabul ediş aşamasına geldiler. Bir tek sistematiklik konusu kaldı. İşkenceyi önlemek için idari önlemleri almayan, yargısı işkence yapmakla suçlanan bir kamu görevlisini yargılamayan ya da yıllarca yargılamayı uzatan ve zamanaşımı yoluyla cezasız bırakan, 2003 yılına gelinceye değin Cumhuriyet savcılarının soruşturma açmasını, idarenin izin vermesi koşuluna bağlayan bir devletin, işkence konusunda bir politikası olmadığını söylemek mümkün müydü?

Ek bilgiler

  • Yazar Hüsnü Öndül
  • Yıl 2002
  • Kurum İHD Genel Başkanı
Yayınlandığı kategori İnsan Hakları

Almanak 2002Yüz dört ölü, beş yüz civarında sakat insan...

Ceza infaz sisteminde yapılan değişikliğin, F Tipi Cezaevlerine geçişin kayıpları...

Ceza infaz sisteminde değişiklik yapmak ya da bir cezaevi tipini infaz sistemine dahil etmek için bu kadar büyük kayıp gerekli miydi? Bir demokratik hukuk devletinde hukuki düzenlemeler böyle mi gerçekleştirilir?

Siyasi partiler, üniversiteler, barolar, hukuk çevreleri ve kitleleri temsil eden diğer örgütler arasında tartışmalar ve uzlaşmalar ile çözülebilecek bir sorun, neden çok sayıda insanın ölmesi ve sakat kalmasına yol açan zor yöntemleri ile çözülmeye çalışılır?

Bu soruların yanıtlarını bulmak için siyasi iktidarların ceza infaz politikalarını özetlemek gerekiyor.

Osmanlıdan bu yana iktidarlar infaz politikalarında "tehlikenin önlenmesini" esas almışlardır.

Suçlular veya suç işlemesi muhtemel kişiler ya cezaevine konulur ya da sürgün edilerek etkisiz kılınmaya çalışılırdı. 

Bu yöntem siyasi mahpuslar için de geçerli idi. Siyasi mahpuslar ya da iktidarın muhalifleri bazen boğdurularak ya da başka yöntemlerle öldürülerek tehlikenin önlenmesi yoluna da gidilmişti.

Türkiye'deki ceza infaz uygulamalarında suçlu kabul edilenlerin topluma yeniden kazandırılması, eğitilmesi amacına uygun bir politika hiç izlenmedi.

Ek bilgiler

  • Yazar Kamil Tekin Sürek
  • Yıl 2002
Yayınlandığı kategori İnsan Hakları

almanak20001“Sessiz Ölüm” tecridin adı. Hüseyin Karabey’in aynı adlı belgesel filmi Avrupa cezaevlerinde 1970’lerden beridir uygulanmakta olan sosyal ve duyusal tecridi anlatıyor. 2000 yılı Haziran ayında Adalet Bakanlığı’nın “Avrupa standartlarını Türkiye cezaevlerine getireceğiz. Cezaevlerimiz Avrupa’dakiler gibi olacak” açıklaması üzerine çalışmaya başlamış Karabey. “Neden, sağlık sistemini, eğitim sistemini değil de cezaevlerini Avrupa’dakiler gibi yapıyoruz?” diye soruyor. Cevabı, Avrupa cezaevlerinde kalmış tutuklular veriyor.

Karabey, 2000 yılı Ekim sonundan Aralık ayı başına kadar Avrupa cezaevlerindeki uygulamaların canlı tanıklarından 20’ye yakın kişiyle görüşerek 30 saatlik kayıt yapmış. Bu kayıtların 1,5 saatini kullanarak Sessiz Ölüm belgeselini hazırlamış. Filmde kullanılmayan bazı röportajları da katarak bir de kitap hazırladı.

Belgeselin hazırlık sürecinde Türkiye'de, tecriti uygulamaya yönelik F tipi (hücre tipi) cezaevleri gündemdeydi. Tutuklu ve hükümlü aileleri hücre tipi cezaevlerine karşı kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlardı. Siyasi tutsaklar açlık grevi başlattılar fakat sonuç alamayınca eylemlerini ölüm orucuna çevirdiler. Adalet Bakanlığı, tüm bu süreçte "teröristlerle pazarlık yapılamayacağını", "devletin cezaevlerini kontrol edemediğini" ve "F tipi cezaevleri beş yıldızlı oteller gibi" nakaratını tekrarlayarak gerçekleri gözlerden kaçırıyordu. 19 Aralık 2000 tarihinde cezaevlerine başlatılan operasyon katliamla sonuçlandı ve devlet cezaevlerinde "zafer" kazandı. Artık cezaevleri ele geçirilmişti. Aylarca sürdürülen yalan kampanyalarının sonucunda katliam ve F tipi cezaevlerinin açılışı halkın gözünde meşrulaştırılmıştı. Tam da bu nedenlerle "Sessiz Ölüm" belgeseli Türkiye'deki süreci anlamak için çok önemli bir belge. Bu belgenin nasıl hazırlandığını Hüseyin Karabey'e sorduk:

Ek bilgiler

  • Yazar Hüseyin Karabey
  • Yıl 2001
Yayınlandığı kategori İnsan Hakları

Bu ülkenin hapishanelerinde yüzlerce kişi ölmeye yatmış durumdadır. Ölmeye yatışın üzerinden tam 50 gün geçti ve herkes biliyor; çözüm bulunmazsa 60 günden sonra ölümün soğukluğu cezaevlerinden başlayarak tüm ülkeye yayılacaktır.

Ölmeye yatanlar, suçlarını, cezalarını ya da haklılıklarını tartışmıyor, “bizi af edin” talebinde de bulunmuyor; sadece kendilerine verilen cezayı, sürekli tecrit ya da izole edilmiş olarak “hücre”lerde çekmemeyi istiyorlar.

Sorunun yaratıcısı ve muhatabı doğal olarak devletin cezaevi ile ilgili tüm kurumlarıdır. Fakat, şu anda ilgili kurum yöneticilerimiz de kararın tamamıyla kendi tasarruflarında olduğunu; nasıl bir cezaevi olacağına, bu cezaevlerinde hangi kuralların uygulanacağına sadece ve sadece kendilerinin karar verebileceğini ileri sürüyorlar; hatta daha da ileri gidip bu koşullarda yaşamak yerine ölmeyi tercih edişe bile müdahale etmenin hakları olduklarını düşünüyorlar.

Diğer yandan olay; bir tarafta devletin ve devletten yana olanların diğer tarafta ise başta ölmeye yatanlar olmak üzere devlete karşı olanların yer aldığı tarafların “siyasi bir kapışması” olarak gösterilmeye çalışılıyor.

Bizler, sorunun en başta bir “ölüm / yaşam” sorunu, ardından “insanca yaşam” sorunu olarak görülmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu nedenle birincisi ve hepsinden önemlisi; Türkiye’de yaşayan tüm insanlar için “ölmeye yatanları” tekrar yaşama bağlayacak çözümleri yaratmanın bir görev olduğuna inanıyoruz; bu konuda en büyük görev de çok açık ki sorunun doğrudan muhatabı olan devletin kurumlarınındır. Başbakan, Adalet Bakanı başta olmak üzere tüm ilgililer, 2000 yılında cezaevlerindeki onlarca insanının “bu koşullarda yaşamaya elveda” deyip gittikleri bir ülkenin yurttaşı olma utancını bizlere yaşatmaya hakları olmadığını bilmeli ve görevlerine sahip çıkmalıdırlar.

Devlet kurumları dışındaki tüm kurumlar ve tek tek kişiler bu utancı yaşamamak için soruna duyarsız kalmamalı ve çözüm konusunda ellerinden gelen tüm çabayı göstermelidirler.

İkincisi; çözüm her şart altında, cezaevlerindeki insanların insan olmaktan gelen haklarını içermelidir; F tipi ya da hangi tipte olursa olsun hiçbir cezaevinde insan olmanın gerekleri ile çelişen hiçbir tasarım ya da uygulama yapılamaz, yapılmamalıdır.

Üçüncüsü; sorunun doğrudan muhatapları; bir yanıyla cezaevi ile ilgili tüm kurumların yöneticileri, diğer yanıyla ölüme yatanlar “bu siyasal kapışmada biz kazanacağız ya da kazandık “ yaklaşımında olmamalıdır. Ölüme yatanları tekrar yaşam safına geçirmekle Türkiye kazanacak, ölümlerin gerçekleşmesi ile yine Türkiye kaybedecektir.

Bir kez daha, ilgili tüm kurumları ve yöneticilerini cezaevlerindeki insanlarımızın taleplerine karşı duyarlı olmaya, cezaevlerinde insan olmakla çelişmeyen bir ortam yaratmak için gerekli olan tüm önlemleri almaya ve gerekli adımları iş işten geçmeden atmaya çağırıyoruz.

Sosyal Araştırmalar Vakfı
Yönetim Kurulu

Ek bilgiler

  • Yazar Kurum
  • Yıl 2001
  • Kurum Sosyal Araştırmalar Vakfı
Yayınlandığı kategori İnsan Hakları
Ara...