Ögeler etikete göre görüntüleniyor: Kadın

almanak 2015kapakKadınlığa dair bilincimiz 1960-1970’li yıllarda sosyalist hareket içinde biçimlenmişti. O zamanlar, kadınların kapitalizm koşullarında işgücü açığının doğduğu dönemlerde istihdam alanına çekilen; kriz koşullarında ise ilk önce kapı dışarı edilen, bir çeşit “yedek sanayi ordusu” görevini gördüğü, bizler için bir kaziye idi.

Durum, gerçekten de 1980’lerin neoliberal doktrinleri yürürlükteki Keynesyen politikaları alaşağı edene, sınaî üretim (ya da popüler deyişle “paslı kuşak”) Güney ülkelerine aktarılana, Kuzey’de “sanayi-sonrası/post-endüstriyel” olarak da adlandırılan, finans, hizmet, iletişim, bilişim vb. sektörlerin ağırlık kazanmasına... dek böyleydi. Klasik sınaî toplumlarında, kadınlar kapitalist üretimin göreli sorunsuz işlediği büyüme dönemlerinde yığınlar hâlinde üretime katılır, istihdamın daraldığı kriz dönemlerinde ise evlerine geri gönderilirlerdi...

O güne dek kadınların çalışmasının önünde en büyük engel cinsiyetçi işbölümüydü. Yani “yeniden üretim”in, yani işgücünün ertesi güne hazırlanması ve geleceğin emekçi kuşaklarının yetiştirilmesi için gereken faaliyetlerin çoğunlukla “domestik alan” denilen hane içine, büyük ölçüde kadınların sırtına yüklenmesi...

Yani kadınlar, kapitalist üretim tarzı tarafından yığınsal olarak üretime çekilseler de, sosyalizasyonları nedeniyle yeniden-üretimi ya da daha popüler deyişle ev işlerini esas görevleri olarak görmekteydiler. Bu, hiç kuşkusuz ki patronlara önemli avantajlar sağlayan bir kültürel biçimlenişti; böylesi bir öz-algı, kadınların talepkârlık düzeyini düşük tutmaktaydı. Eğer esas görevim kocam ve çocuklarım ile ilgilenmek ise, ücretli iş, aile bütçesine katkıda bulunmak üzere katılacağım, bana “dışsal” bir alandır. Ben, çalıştığım işte “geçici”yimdir; öyle olduğu sürece de, daha yüksek ücret, daha kısa çalışma süresi, daha iyi çalışma koşulları, kıdem tazminatı, emeklilik hakkı vb. talepler benim için hayatî değildir. Çünkü önceliğim, bir an önce durumumu(zu) biraz düzeltip “evimin kadını” olabilmektir...

Ek bilgiler

  • Yazar Sibel Özbudun
  • Yıl 2015
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2014kapakBu metin kapitalist üretim süreçlerindeki sömürüyü, tahakkümü ve eşitsizliği maskeleyen “esneklik” kavramının ve/veya söyleminin bir mit olduğu ön kabulüyle, bu mitin (toplumsal) cinsiyet ve işçilik süreçleri üzerinden okunmasına içkindir. Metni yazan, temas ettiği her metinden doğru “yaşamın kendisini bir metin” olarak tasavvur etmektedir. Bu sebeple yazıya dökülenler bir okuma sürecinin transkripsiyonudur.

(TOPLUMSAL) CİNSİYET ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

“Önce cinsiyetin ve/veya toplumsal cinsiyetin nasıl hangi yollarla verildiğini sormayan ‘verili’ bir cinsiyetten ya da ‘verili’ bir toplumsal cinsiyetten bahsedebilir miyiz? Zaten ‘cinsiyet’ nedir ki? Doğal mıdır, anatomik midir, kromozomlarla mı alakalıdır, yoksa hormonal midir? Peki feminist eleştirmen, bu tür ‘olguları’ bizim için saptadıkları iddia edilen bilimsel söylemleri nasıl değerlendirmeli? Cinsiyetin tarihi var mıdır? Her bir cinsiyetin farklı bir tarihi veya tarihleri mi vardır? Cinsiyetin ikiliğinin nasıl tesis edildiğini anlatan bir tarih, ikili seçeneklerin değişken bir inşa olduğunu teşhir edebilecek bir soykütük mevcut mu? Cinsiyete dair doğal görünen olgular, çeşitli bilimsel söylemler tarafından başka bir takım siyasi ve toplumsal çıkarlar uğruna söylemsel olarak mı üretilmişlerdir? Eğer cinsiyetin değişmezliğine itiraz edilirse belki de ‘cinsiyet’ denen bu inşanın da toplumsal cinsiyet denli kültürel bir inşa olduğu; hatta belki de ‘cinsiyet’in aslında zaten başından beri toplumsal cinsiyet olduğu, yani cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın aslında ayrım falan olmadığı ortaya çıkar (Butler, 2008: 51–52).”

Ek bilgiler

  • Yazar Özge Sever
  • Yıl 2014
Yayınlandığı kategori Ekonomi

Almanak 2014kapakKapitalist dünya ekonomisinin derinleşen krizine bağlı olarak, Türkiye’de 1970’li yılların sonlarından itibaren yapısal uyum programları uygulanmaya başlanmıştır. Dünya kapitalizminin yaşamış olduğu kriz sonrası başlatılan yeniden yapılanma sürecine bir biçimiyle eklemlenen Türkiye’ye biçilen rol, daha çok mutlak artık değer yaratma sürecine tekabül eden, emek yoğun üretim yapmak olmuştur. Böylece sürecin önemli aktörleri olan IMF ve DB öncülüğünde yürütülen istikrar programları çerçevesinde, 1980’lerde başat hale gelen eğilim; emek piyasalarında esnekleşme olmuştur (Özar ve Ercan, 2004).

Bu süreç, TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın “Esneklik Konusundaki Ortak Görüş ve Önerileri” metninde şu şekilde ifade edilmektedir: “Hızlanan küreselleşme, ivmesi sürekli yükselen teknolojik gelişme ve hem iç hem de dış pazarlarda her geçen gün keskinleşen rekabet şartları, işletmeleri değişen koşullara hızla uyum sağlamaya mecbur tutmaktadır.” Ancak, “1970’li yıllardan itibaren dünyada büyük önem kazanan ve uygulamaya konulan esnekliğin ülkemizde büyük ölçüde sloganlarla tartışılması ve uygulamaya geçirilememesi, kalkınmanın aleyhine olmuştur.”

Bu tespitten hareket eden ortak görüş ise, “yeterince esnek olmayan katı iş hukuku kuralları” kalkınmayı olumsuz etkilemekte ve iş yaratmak yerine istihdamı geriletmektedir” şeklindedir. O halde “artık, çalışma hayatındaki koruma fonksiyonu; rekabet gücü, üretim, esneklik, istihdamı koruma ve geliştirme gibi kavramlarla birlikte ele alınmalıdır.” Çünkü sermayenin temsilcilerine göre, “esneklik çoğu ülkede istihdamı teşvik eden ve işsizliği önleyen bir araç olarak görülmektedir.” Dolayısıyla da, “en büyük sorunun işsizlik olduğu ülkemizde istihdam artışına yönelik çabalar arasında esnekliğin de yerini alması” kaçınılmaz hale gelmektedir.

Ek bilgiler

  • Yazar Özcan Evrensel
  • Yıl 2014
Yayınlandığı kategori Ekonomi

Almanak 2011“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”

Resmî rakamlara göre Türkiye’de 2002-2011 yılları arasında 706 608 iş kazası (“kaza” olayın resmî adı. Gerçekte bunlar birer “cinayet”...) meydana geldi. Bunlarda 10 297 işçi yaşamını yitirirken, 15 961 işçi de iş göremez hâle geldi. Sadece 2010 yılında iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı 1500, iş göremez hâle gelenlerin sayısı ise 2000...

Yine resmî rakamlara göre 2005-2011 yılları arasında 10 584 kadına yönelik şiddet (cinayet, taciz, tecavüz) vak’ası adlî mercilere yansıdı. Bu vak’alarda toplam 4190 kadın yaşamını yitirdi. Sadece 2009 yılında eril şiddet nedeniyle yaşamını yitiren kadın sayısı 1126. Ruhen çöküntüye uğrayan, özgüvenini yitiren kadın sayısı belli değil (bunun istatistiği tutulmuyor!).

Ek bilgiler

  • Yazar Sibel Özbudun
  • Yıl 2011
Yayınlandığı kategori Kadın

Almanak 2009Uluslararası göç hareketleri içinde yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren göçmenlerin cinsiyet yapısında kadın faktörünün yoğunlaştığı görülmektedir. Değişen cinsiyet yapısının arka planında üretim ilişkilerindeki değişim ve kadın emeğine yönelik artan talep yatmaktadır. Bu makale sınırları içindede, göçe yönelik genel bir projeksiyon yapılarak, kadın emeğine talep doğuran ev hizmetleri bir alt sektör olarak ele alınmaktadır. Dış dünyada ve ülkemizde ev hizmetlerinde çalışanların durumları ve yasal düzenekler göz önüne alınarak değerlendirilmektedir.

Uluslararası Göçte Mekânlar

Uluslararası göç, yerküre gezginlerinin dünyanın dört bir tarafında “siyasetten toplumsal yapıya toplumları yeniden şekillendiren” (Castles ve Miller, 2008: 11) ulus ötesi bir devinimdir. Bu olguya kaynak, bireyin bulunduğu yerdeki koşulların gereksinimlerine ve arzularına cevap verebilecek ortam veya koşulların görünür bir süreçte gerçekleşebilme olasılığının olamayacağı düşüncesi veya bireyi bulunduğu yerden uzaklaşmaya zorlayıcı Şili etkilerin varlığı, bireyin göç eylemini gerçekleştirmesine yol açan faktörleri içermektedir. İşte bu faktörlerin sonucunda dünyamızda 2005 yılında 191 milyon civarında olduğu ileri sürülen göçmen sayısının günümüzde 200 milyonu aşmış olduğu tahmin edilmektedir.

Ek bilgiler

  • Yazar Ayhan Gençler
  • Yıl 2009
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2009Kadınların çalışma yaşamındaki yerine ilişkin gelişmelerin tanımlanması ve analiz edilmesi, hem politika yapıcıların hem de sosyal bilimcilerin temel ilgi alanlarından biri olageldi. Dünya ekonomisindeki konjonktürel yapısal değişimler ve her bir ülkede yaşanan öznel dönüşümler; kadınların ekonomik aktivitelerini ve istihdam içindeki yerlerini yakından etkilemekle kalmadı, aynı zamanda bu ilişkiyi radikal bir şekilde değişime uğrattı. İşgücü piyasaları esnekleşme temelinde yeniden yapılandı; klâsik mavi-yakalı ve güvenceli işler yerlerini giderek yarı-zamanlı ve güvencesiz işlere bıraktı. Buna bağlı olarak kadınlar, emek piyasasına artan oranda girmeye başladı. Bu değişimin kadınlar açısından ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmak ve kadın emeğinin içinde bulunduğu durumu görünür kılabilmek anlamlı bir çaba olacaktır.

Bu yazının amacı, Türkiye’de kadın istihdamının genel çerçevesini çizmek ve bu istihdamı değiştirmeyi amaçlayan politikaları yine varolan istihdam yapısı içinde analiz etmektir. Çalışma yaşamında kadının yerine ilişkin genel görünümün en başat özellikleri, kadınların ücretsiz aile işçisi, evkadını ve enformel işgücü olmalarıdır. Daha sonra, enformelleşme sürecinin ortaya çıkardığı bir olgu olarak taşeronlaşmayla birlikte sayıları artan küçük ölçekli işletmelerde; kayıtdışı ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınlar örneğine odaklanılmaktadır. Bu perspektişe konfeksiyon üretiminde kadın emeğinin hangi yollarla görünmez kılındığı incelenmektedir. Yazının son bölümü ise; kadınların çalışma yaşamında varolan durumlarını değiştirmeyi ve onlara eşitlik getirmeyi hedeşeyen yasa ve politikaların incelenmesine ayrılmıştır. 

Ek bilgiler

  • Yazar Saniye Dedeoğlu
  • Yıl 2009
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2009Küresel düzeyde olduğu gibi Türkiye’de de işsizlik yıldan yıla artıyor. Ocak 2009 itibariyle işsizlik rakamı yüzde 15.5 oranına ulaşmış durumda (Tablo 1). Genel işsizlik rakamı böyle olmakla birlikte, cinsiyetlere göre bakıldığında kadınerkek arasında önemli farklılık olduğu görülüyor. 2009 yılı rakamlarına göre tarım dışı işsizlik oranı erkeklerde yüzde 16 iken kadınlarda yüzde 21.9 düzeyinde (TESK, 2010: 2). Egemen görüşe göre işsizliğin yüksek olmasının nedeni emek piyasalarının katılığı. Örneğin Dünya Bankasının (DB) Türkiye İşgücü Piyasası 2006 raporuna göre işçileri işten çıkarmanın maliyetinin yüksek olması işvereni yeni işçi alımında çekingen davranmaya itebiliyor. Buna göre; yüksek kıdem tazminatı gibi düzenlemeler işçileri işten çıkarmayı maliyetli hale getirerek işi korumak için tasarlanmış olsa da yüksek işgücü maliyeti istihdamı azaltıcı etkide bulunabiliyor. Kıdem tazminatlarının yüksek olması muhtemel doğrudan yabancı sermaye girişlerini de engelleyebiliyor. Yine rapora göre işsizliğe çözüm getirilmek isteniyorsa aktif işgücü piyasası politikaları yürütülmeli, emek süreçleri aktif hale getirilmeli (DB, 2006: 3-6).”

Oysaki gerek emek piyasasının reel durumu gerekse 2003’den itibaren uygulamaya konulan emek piyasasının esnekleştirilmesine yönelik düzenlemeler düşünüldüğünde durumun hiç de böyle olmadığı aşikâr. Onaran (2007), çalışma saatlerinin ayarlanması, işten çıkarma ve ücretlerin düşmesi söz konusu olduğunda, emek piyasasının da ücretlerin de tamda işverenin istediği gibi esnek olduğunu, hem kriz dönemlerinde hem de uluslararası rekabete uyum aşamasında işverenlerin bütün uyumu emekçilerin ücretlerinin esnekliğine yıktığını belirtiyor (Onaran, 2007: 3).

Ek bilgiler

  • Yazar Nuray Ergüneş
  • Yıl 2009
Yayınlandığı kategori Kadın

Almanak 2008Çocukların ve annelerin sağlığı dünya üzerinde bütün toplumlarda halk sağlığının önde gelen konuları arasında yer almıştır. Konunun önemi, özellikle doğurganlığın fazla olduğu ve buna bağlı ölümlerin ve hastalıkların çok sayıda olduğu; sınıfsal eşitsizliğin derin olduğu çevre kapitalist ülkelerde daha da artmaktadır.

Türkiye’de 2008 yılı itibariyle doğurganlık çağında 19.2 milyon kadın vardır.1 Beş yaş altındaki altı milyon çocuk da hesaba katıldığında anne ve çocukların nüfusun %35’ini oluşturduğu görülmektedir.2 Ülkemizde her yıl yaklaşık 1.3 milyon canlı doğum olmaktadır.

Okul döneminden itibaren 15 yaşına kadar 12.8 milyon çocuğun toplam nüfustaki oranı %18’dir. Bu yaş grubunun önemli bir kısmının toplu yaşam alanı olan okullarda bulunması, büyüme ve gelişme sorunlarının üzerine eklenen yeni sorunları beraberinde getirmektedir. Örgün eğitimin dışında kalan çocukların bir kısmının çırak olması da, bu kez çocukların çalışmasından kaynaklanan pek çok sorunu ortaya çıkarmaktadır.

Doğurganlık, kadın sağlığının en başta gelen belirleyicilerinden biridir. Doğurganlık özelliği kadınlarda pek çok hastalığın, sakatlanmanın ve hatta ölümlerin nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocukluk döneminde ise büyüme ve gelişmenin hızlı olması, bağışıklık sisteminin yeterince gelişmemiş olması başta olmak üzere, pek çok nedenle hastalıklar ve ölümler diğer yaş gruplarına göre daha fazla gözlenmektedir.

Kadınların ve çocukların hem sayıca önemli bir büyüklükte olması hem de hastalanma ve ölüm olasılığının yüksek olması, bu grupları sağlık açısından risk grupları arasına yerleştirmektedir.

Ek bilgiler

  • Yazar Nilay Etiler
  • Yıl 2008
Yayınlandığı kategori Toplum

Almanak 2008Karlı bir kış günü evlerini, ocakta yemeklerini, çocuklarını, eşlerini ve hatıralarını geride bırakıp,

Türkiye’nin “köşe”lerinden kalkıp

“ekmek parası” için İstanbul yollarına düşen kadın sigara işçilerine,

suskun, güçlü, affedici neşelerine…

Özelleştirmeler 1980’lerden itibaren egemen anlayış olarak kendini ortaya koyan yeni sağ politikalar kapsamında dünya genelinde gelişen ana bir eğilim olmuştur. Burada işleyen mantık, üretici kamu kurum ve kuruluşlarının karsız ve etkinsiz çalıştıkları, devlet bütçesine yük oluşturdukları yönündedir. Devletin ekonomiden el çekmesi ve piyasa güçlerinin ekonominin gidişatını belirlemede tek güvenli adres oldukları şeklindeki hakim yargı, özelleştirme ve serbestleştirme politikalarının hızla gündemleşmesi sonucunu doğurmuştur. Öyle ki, istikrarsız ekonomilerin ve makroekonomik dengesizliklerin günah keçileri olarak ilan edilen kamu iktisadi teşebbüslerinin biran evvel özelleştirilmeleri rekabetçi ve etkin bir iç piyasa yaratılmasının ön koşulu gibi gösterilmiştir. Bu doğrultuda Türkiye öznelinde, sırasıyla 1984, 1986 ve 1994 yıllarına ait üç yasa ve 1985 tarihli Özelleştirme Ana Planı ile özelleştirmelerin yasal dayanağı meydana getirilmiştir. Bu kapsamda köprü, otoyol, elektrik santralleri gibi altyapı birimleri de dahil olmak üzere toplam 240 kamu işletmesi özelleştirme kapsamına alınmış ve 2009 yılı itibariyle bunların 188’i bütünüyle özelleştirilmiştir (ÖİB, 2009).

Bu çalışma, yukarıda tarif edilen süreç içerisinde 2001 yılında özelleştirme kapsamına alınan kısa adı ile TEKEL’in (Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü) 2008 yılında özelleştirme işleminin tamamlanmasının ardından, bu sürecin hem TEKEL çalışanı işçiler hem de tütün üreticisi açısından ele alınması ve bugün içinde bulundukları duruma ışık tutulması için kaleme alınmaktadır.

Ek bilgiler

  • Yazar Özgün Akduran
  • Yıl 2008
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2008Desa fabrikalarındaki işçi sömürüsü, esasen, fabrika üretiminin içerdiği sömürü düzeninin karakteristik yapısından büyük bir farklılık taşımıyor. En başta işin parçalanması ile başlayan, taşeronlaşan üretim sürecinin, diğer koldan fabrikaların iş gücünün daha ucuz olduğu bölgelere taşınması örneğinde görüldüğü şekliyle “serbestleşmesi”, çevre yerleşimlereki insan gücünü bu fabrikalar için ucuz işgücü deposu haline getirdi. Dolayısıyla Desa fabrikalarında da, bu yerleşimlere demirlemiş pek çok fabrikada görüldüğü gibi; iş saatinin belli olmadığı, çoğu kez iş yüklemelerinden dolayı yemeklerin geç yenildiği veya hiç yenilemediği, içme sularının tuvaletlerden sağlandığı, iş tehlikelerine karşı önlem alınmadığı1 ve denetmenler ya da uluslararası iş ortakları geldiği vakit, bütün bu aksaklıkların, onlar gidesiye kadar alelacele toparlandığı bir çalışma “düzeni” sözkonusu.

Bunun dışında; gerek Desa’daki kadın işçilerin evde ve işteki çift mesaisi sonucunda yaşadıkları zorluklar, gerekse çalışma koşullarının kadınlar açısından taşıdığı ilave güçlükler, Desa’lı kadın işçileri Desa’ya karşı mücadelenin ısrarlı direnişçileri haline getirdi. Sıkıkla tuvalete gitme ihtiyacı içersindeki hamile kadınların tuvalete gitmesini önlemek için tuvaletlerin kilitli tutulması,2 hamile kadınların dahi gece geç saatlere kadar çalıştırılması, ağır iş yaptıramayacakları hamile kadınların ise işten çıkarılması,3 kadınların bütün bölümlerde çalışarak erkeklerle aynı işi yapmasına karşın, ustabaşları ve yöneticilerin erkek olması [hatta kadınların “yeni girmiş olan bir erkek işçiye işi öğretse bile, o işçiden daha az maaş al(ması)”],4 özetle; çalışan kadının kazancının “aile bütçesine katkı” olarak tali bir değer üzerinden konumlandırılmasının spesiŞk bir örneği olarak, kadınların pek çoğunun düşük ücrete razı olarak “asgari ücret bana yeter” şeklinde sundukları talepleri, bütün bu ağır işlere karşın kadın işçileri tercih edilen konuma getiriyordu. Dahası, temizlik işleri kadın işçilerin üzerine bırakılıyor; kadın işçilerin pazar günü de çalıştırılması sözkonusu olduğunda kendilerinden değil, kocalarından izin alınıyor;5 başı örtülü kadınlarla “köylü kezban”, açıklarla “aranıyor” şeklinde dalga geçilerek6 baskı uygulanıyor; kadınlar, ustabaşlarının çeşitli şekillerde tacizlerine maruz kalıyordu.7 Nitekim bu zorlamalara karşı “örgütlenmenin başını çeken kadınlar olduğu için, işten ilk atılanlar da kadınlar oldu.”8 Bu nedenledir ki, İstanbul ve İzmir'de kadınlar “kadınların grev ve direnişlerde aktif olmalarının evlerde, sokaklarda, işyerlerinde erkek egemenliğinin aşındırılması için önemli ve gerekli olduğunu, bunun kadınların dayanışmasını güçlendirdiğini biliyoruz” diyerek Desa direnişiyle dayanışma platformları oluşturdu ve bu mücadeleye destek verdi. Her cumartesi Taksim Desa mağazası önünde yaptıkları eylemlerle Desa’nın en geniş müşteri kitlesini oluşturan kadınları, bir çift ayakkabının bir işçinin ücretine eşit olduğu Desa ürünlerini boykot etmeye çağırdılar; Desa patronunun sendika düşmanlığını duyurarak, sendikal mücadelede seslerini yükseltmeye çalışan kadınlara omuz verdiler.

Ek bilgiler

  • Yazar Gülnur Elçik
  • Yıl 2008
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi
Ara...