Ögeler etikete göre görüntüleniyor: Sendika

Almanak 12 13kapakEndüstri Devriminin yarattığı kurumlar olarak sendikalar doğumlarından itibaren çalışanların çalışma koşullarını iyileştirme çabası içinde olmuştur. Bu anlamda ücret, çalışma saatleri, çalışma ortamı ile ilgili konular sendikaların en önemli mücadele alanını oluşturmuştur. Hatta zamanla sendikaların toplum ve  sınıf için mücadele amacı yerine sadece ücret sendikacılığı yapmaları eleştirilere neden olurken sendikacılık anlayışındaki değişimler çoğu zaman farklı sendikal yapıların ortaya çıkmasına da neden olmuştur..

Ülkemizde 1946 yılında sendika yasağının kalkması ve 1947 yılında da sendikalarla ilgili ilk yasanın çıkması ile sendikalaşma süreci hız kazanmış, hatta 1952 yılında ilk işçi konfederasyonu olarak Türk-‹ş kurulmuştur. Türk-‹ş’in kimi politikaları, farklı sendikacılık anlayışa sahip sendikaların Türk-‹ş’ten kopmasına ve 13 fiubat 1967 tarihinde DİSK’in1 kurulmasına neden olmuştur. Mahiroğulları (2005: 190) D‹SK’in Türk sendikacılık hareketinde mesleki/ekonomik sendikacılık anlayışına doktriner bir boyut kazandırdığını ileri sürmektedir. Bunun kanıtlarını ise Konfederasyonun kuruluş aşamasında hazırlanan “Türk-‹ş Üyeliğinden Ayrılma Hakkında Rapor”da, “D‹SK’in Kuruluşu Hakkında Rapor”da, DİSK Tüzüğünde, örgütün felsefi eğiliminde, çalışma stratejilerinde, amaçlarında yani Türk-‹ş’e göre sendikacılık anlayışındaki farklılıklarda bulmakta ve DİSK’in yaptığı sendikacılığı “sınıf sendikacılığı” olarak adlandırmaktadır. D‹SK’in kurulmasında etken olan Türk-İş’e ilişkin eleştiriler dört başlık altında toplanmaktadır. Bunlar; partiler üstü politikalar, alınan yardımlar (özellikle Amerikan kökenli yardımlar), eğitim programları (yine Amerikan sistemine göre verilen eğitimler), sermaye ve hükümetlerin çıkarlarına uygun sendikacılık anlayışıdır (Ulukan/Müftüoğlu, 2004).

Ek bilgiler

  • Yazar Sebiha Kablay
  • Yıl 2012, 2013
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2009Sağlık sistemi son 30 yıl boyunca hem dünyada hem de ülkemizde büyük bir değişime uğramıştır. Bu değişimi “sağlık hizmetlerinin liberalizasyonu” olarak adlandırabiliriz. Sağlık hizmetlerinin liberalizasyonu kamu sağlık hizmetlerinin ticarileştiği ve piyasaya açıldığı bir sürecin en genel ifadesidir. Bu süreç 1970’lerin sonundan bu yana, dünyanın hemen her ülkesinde benzer olmakla birlikte, ülkelerin kendi iç dinamiklerine göre değişen zamanlamalarla, hem ideolojik, hem politik hem de yasal zeminde adım adım hayata geçirilmiştir. Sağlığın piyasaya açılması adından da anlaşılacağı üzere bu hizmeti alınıp-satılan bir mal(meta) haline getirmiştir. Halkın sağlık hizmetlerine ulaşımı artık piyasa koşullarına göre belirlenmeye başlamış ve “paran kadar sağlık” anlayışı toplum tarafından kabul edilir olmuştur.

Sağlık hizmetlerinin piyasalaştığı koşullarda çalışan sağlık emekçilerinin bu koşullardan etkilenmemesi mümkün olamazdı. Sağlık emekçilerinin çalışma koşulları da tıpkı sağlık hizmetleri gibi piyasa mekanizmalarına tabi kılınmış ve bu sektördeki sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre belirlenir hale gelmiştir.8 Bu yazıda sağlık sektöründe yaşanan değişim sürecinde sınıfsal konumları daha da belirgin hale gelen sağlık emekçilerinin Türkiye’deki durumu ve sendikal örgütlülüğü ele alınmıştır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla ilk olarak sağlık hizmetlerinin kapitalist sistem içinde nerede yer aldığı ve bununla ilişkili olarak sağlık emekçilerinin sınıfsal konumu tartışılmıştır. Daha sonra sağlık reformlarının sağlık emekçilerini nasıl etkilediğine kısaca değinilmiş ve ülkemizde sağlık emekçilerinin sorunu sayılarla yansıtılmaya çalışılmıştır. Türkiye’de kamu sağlık çalışanlarının sendikal örgütlülüğünün ele alındığı ikinci başlık altında sırasıyla kamu emekçilerinin sendikalaşma süreci, mevcut kamu sağlık sendikaları ve bu sendikaların durumu incelenmiştir.

Ek bilgiler

  • Yazar Melike Yavuz
  • Yıl 2009
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2007Novamed grevi içinde barındırdığı dersler nedeniyle pek çok kadın açısından önemli bir yere sahip belki fakat bu dersler dışında greve bakıldığında; “kadın”, “fabrika” ve “sendika” sözcüklerinin yan yana gelişindeki uyumsuzluk, emeğin ve yabancılaşmanın, denetim mekanizmaları içinde yeniden sorgulanmasına neden oluyor.

Bu sorgulama içinde emek ve kadın emeği kadar önemli bir olgu kadın bedeni üzerinde kurulan denetim olabiliyor. Emek denetimi olgusu, kadınlar söz konusu olduğunda yeniden üretiminin merkezinde bedenin denetimi haline gelebiliyor. Çoğu zaman kadın emeğinin şekillendiği yerin ev ile sınırlanması, kadın ile fabrika arasındaki ilişkiyi farklı bir boyuta taşıyor. Bu boyut emek denetimi içinde açığa çıkıyor. Bedenin denetiminde mekânların farklılaşması ile denetimin yayıldığı ve yeniden üretimin esas odağı olan evin denetimin görüş alanı içinde yer almaya başladığı, denetimin uzamına ilişkin bir dönüşüm de yaşanıyor. Emek denetiminin çalışma saatleri dışına taşması, beden üzerinde sermayenin denetim kurma isteğinin farklı şiddet biçimleri ile sağlanması, Novamed grevinde kadınlara yönelik manevi şiddetin en önemli nedenini oluşturuyordu.

Ek bilgiler

  • Yazar Başak Ergüder
  • Yıl 2007
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2006İşçi sınıfının ve sendikal hareketin durumu üzerine tartışmak, aslında ülkemizin 12 Eylül sonrası sınıf hareketi, toplumsal mücadele süreci üzerine tartışmak gibidir. Bu konu ise, sürekli köşeleri erozyona uğratılmış bir tartışma zeminine girmek demektir. Bu nedenle, konu üzerine tartışanların da, kendilerini tartıştığı bir süreçtir. Mesela bir sendikacı kalkıp, “örgütsüzüz” dediğinde, aynı zamanda kendi pratiğini de tartışmaya açmaktadır. Mesela bir sendikacı “AB’yi destekliyorum çünkü oradan işçi yasaları alanında özgürlükler gelecek” dedi mi, kendisi hakkında da “ileri” tezler ileri sürmektedir. Bu nedenle işçi sınıfı üzerine tartışmak, ister istemez, “aydınlar” üzerine de tartışmak demektir. Devrimci hareket üzerine tartışmak demek olduğu da açık. 

Oysa bu konuda bir akıl tutulması olduğunu ileri sürmemiz, aydınlarımızın bugünkü durumunu anlamak açısından da uygun düşer. Kapitalist-emperyalist sistem, ne zaman yeni bir saldırıya başlayacaksa, her zaman önce bunun için ideolojik temeller oluşturur. Mesela 1850’lerde, belki daha önce de denilebilir, ama yuvarlak bir tarih olarak 1900’lerde, sömürgeciliği yaymak için adım attıkları her toprakta “medeniyet taşıyoruz” diyorlardı ve girecekleri her toprakta, kendilerinin “medeniyet taşıma” projelerine ortaklar buldular. 200 yıllık ABD, binlerce yıllık medeniyet beşiği olan pek çok ülkeye, modernleştirme ve medeniyet taşıma sloganı ile girmiştir ve bu konuda da bir ideolojik zemin hazırlanmıştır. 1940 sonrasında, sanki İkinci Dünya Savaşı’nda zafere ulaşan SSCB değilmiş gibi, tüm dünyada emperyalist yayılma “demokrasi ve kalkınma” perdesi ardında gerçekleştirildi. Katliamlarına “demokrasi” dediler ve egemen oldukları ülkelerde de bu konuda kendi Şkirlerini tartışan önemli çevreler oluşturdular. Ve SSCB’nin yıkılması sonrasında globalleşme üzerinde aynı saldırıyı sürdürdüler. Globalleşmenin ‘cezbedici’ bulutları dağıldığı için bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ek bilgiler

  • Yazar Deniz Adalı
  • Yıl 2006
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2005Bu çalışmanın amacı, ülkemizdeki adı ile “Amerikan tarzı sendikacılık” ya da uluslararası literatürde geçen adı ile İşletme tarzı sendikacılığın (İTS) (Business Unionism) miadını doldurup doldurmadığını ve günümüz Avrupa sendikalarının İTS’na ne kadar yakın ya da uzak olduğunu anlamaya çalışmaktır. Bu bağlamda çalışmanın içerisindeki tartışmalar ve analizler Furdeck tarafından ileri sürülen “işverenlerin artık bu tip örgütlere ihtiyaç duymadığı; örneğin, Avrupa’nın birçok yerinde işverenlerin bu sendikaları pazarlık süreçlerinde bir sosyal taraf olarak görmediği” iddiası çerçevesinde yapılmaktadır. İşletme tarzı sendikacılığın ortaya çıktığı soğuk savaş sürecinin tarihsel koşulları ve politik ortamı kadar bu sendikacılığın geri planındaki belli başlı aktörlerin ortaya attığı sorular da çalışmanın gelişimi içersinde kılavuzluk etmiştir. AFL-CIO ve ona üye örgütler referans noktası olarak kabul edilmiştir. Bunun nedeni yalnızca AFL-CIO’nun işletme tarzı sendikacılık alanındaki en belirgin ve belirleyici örnek olması değil, aynı zamanda bu sendika üzerinden uygulamaya ilişkin oldukça geniş bilgiye ulaşılabilme kolaylığı olmuştur.

Çalışmanın ilk bölümünde, soğuk savaş döneminde ABD’deki politik koşul ve gerilimler iki referans örgütün arka planında incelenmektedir: UAW ve USW. İşletme tarzı sendikacılığın tanımı ve AFL-CIO’nun uygulamadaki bazı örnekleri ikinci kısımda yer almaktadır. Üçüncü kısım ise bugünün sendikacılık anlayışı ile karşılaştırmalı olarak kavramın farklı özellikleri üzerine tartışmalara ayrılmıştır.

Ek bilgiler

  • Yazar Gaye Yılmaz
  • Yıl 2005
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2005Paşabahçe Eskişehir Fabrikası’nda Eylül 2003’te başlayan ve yaklaşık üç yıldır devam eden sendikalaşma ve sendika seçme mücadelesi, emek ve sendikal hareket açısından derslerle dolu bir deneyimdir. Bu mücadele nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın emek tarihinde özgün ve yaratıcı bir örnek olarak yerini alacaktır. 27 Eylül 2003’te başlayan 6 günü işyeri işgali, 42 günü fabrika önünde topluca bekleme-direniş olarak devam eden Paşabahçe Eskişehir işçilerinin mücadelesi halen ağırlıklı olarak hukuksal zeminlerde devam ediyor.

Paşabahçe Eskişehir deneyimini pek çok başka işçi direnişi ve eyleminden ayıran yan, doğrudan“güdümlü sendikacılığa” karşı yürütülmesi ve sendika seçme özgürlüğü eksenine dayanmasıdır. Paşabahçe Eskişehir deneyimi sendikal hak ve özgürlükleri kullanma kararlılığı yanında taşeron ve esneklik dayatmalarına boyun eğmeme gibi önemli boyutlar da taşıyor. Paşabahçe Eskişehir deneyiminin en önemli yanlarından biri de taşeron işçisi-kadrolu işçi şeklinde yaratılan sınıf içi parçalanma ve rekabet yerine kadrolu ve taşeron işçilerin sıkı bir dayanışması ile örülmesidir. Öte yandan Paşabahçe Eskişehir deneyimi, işverenlerin anti-sendikal yöntemlerinin çeşitliliği ve “zenginliği” konusunda da bir laboratuar niteliğindedir.

Ek bilgiler

  • Yazar Aziz Çelik
  • Yıl 2005
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2002II. Körfez Savaşı’nı başlatmak üzere ilk cruise füzesinin atılması ile birlikte AFL-CIO ve üyesi olan sendikalar yarım ağızlı bir şekilde de olsa savaşa karşı çıkıyormuş numarası yapmayı bıraktı ve Bush yönetimine koşulsuz destek verdiklerini açıkladılar. AFL-CIO önderliği ve genel olarak Amerikan sendikal bürokrasisi bu canice ve herhangi bir kışkırtma olmadan başlatılan emperyalist savaşa destek vererek, toplumsal ve siyasi özünü bir kez daha bütün çıplaklığıyla ortaya koydu ve çıkarlarını savunduğunu öne sürdüğü işçilerin değil, ABD yönetiminin uzantısı ve Amerikan emperyalizminin maşası olduğunu gösterdi.[1]

Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra AFL-CIO Başkanı John Sweeney şu açıklamayı yaptı: “AFL-CIO, Saddam Hüseyin’i silahsızlandırmanın en iyi yolunun, Birleşmiş Milletler’in yaptırımları temelinde geniş bir uluslararası  koalisyon olduğunu savundu. Ancak, artık bir karar alınmıştır ve biz ülkemizi ve cephenin ön saflarındaki Amerika’nın erkek ve kadınlarını ve ülkemizde kalan ailelerini hiç kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde destekliyoruz.” (http://www.aflcio.org/mediacenter/prsptm/pr03202003.cfm)

AFL-CIO Başkanının ABD askerlerini desteklemeye yönelik bu çağrısı son derece kinikti. Çünkü Sweeney’nin haklı olabilmesi için her şeyden önce Irak’ı işgal etmeye karar verenlerin ABD ordusundaki erler olması gerekirdi. Oysa gerçek dünyada ABD emperyalizmi adına savaşı başlatma kararı, tek yanlı olarak ve uluslararası hukuku bütünüyle çiğneyerek Beyaz Saray’da/Pentagon’da aldı. AFL-CIO’nun “sahibinin sesi” markalı ısmarlama yazarları (ve “gölge” yazarları), işçilerin emperyalist bir savaşın arkasında yer almalarını sağlamak için bir kez daha savaş alanındaki Amerikan askerlerini kullanma yoluna gittiler.

Ek bilgiler

  • Yazar Kemal Ülker
  • Yıl 2002
  • Kurum Hava-İş Sendikası
Yayınlandığı kategori Politika

Almanak 20022002 yılı biterken ABD’de dünya sivil havacılık sektörünün tarihindeki en büyük iflas vakası yaşandı. ABD’nin ve dünyanın ikinci en büyük havayolu şirketi United Airlines Hava Ulaşımı İstikrar Kurulu’nun (HUİK) şirketin 11 Eylül’den hemen sonra oluşturulan borç garantisinden yararlanma talebini reddetmesinin ardından, iflas mahkemesine başvurarak iflas koruması talep etti.

HUİK’nın United Airlines’ın 1.8 milyar dolarlık federal borç garantisi talebini reddederek şirketi iflasa itmesinin arkasında Bush yönetiminin hem United işçilerine, hem de havacılık sektöründe çalışan bütün işçilerin işlerine, ücretlerine ve çalışma koşullarına yönelik yeni bir taarruz dalgası başlatma –daha doğrusu başlatmış olduğu taarruzu şiddetlendirme- kararı yatıyordu. Bu taarruzla havayolu işçilerinin ve genel olarak işçi sınıfının 20. yüzyılda elde ettiği kazanımların son kırıntılarının da yok edilmesi ve işçilerin 1920’li yılların koşullarına geri götürülmesi hedefleniyor.

HUİK’yı oluşturan üç üye -Kurul ABD’nin Merkez Bankası sayılabilecek Federal Reserve’den, Hazine Bakanlığından ve Ulaştırma Bakanlığından Beyaz Saray tarafından atanan birer yetkiliden oluşuyor- aldıkları ret kararını gerekçelendirirken, United yönetiminin şirketi düze çıkartma planı çerçevesinde çalışanlarından 2008 yılına kadar sağlanmayı öngördüğü toplam 5.2 milyar dolarlık ücret indiriminin bu iş için yeterli olmayacağını belirttiler. Kurul’un açıklamasında United’ın başvurusunun değerlendirmeye alınabilmesi için bile şirketin çalışanlarını en azından 9 milyar dolar tutarında ücret indirimine razı etmesi gerektiği vurgulandı.

Ek bilgiler

  • Yazar Kurum
  • Yıl 2002
  • Kurum Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (Hava-İş)
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2002Hükümet ve patron örgütleri ülkeyi, işçi sınıfı ve emekçileri, savaş ve sömürü cenderesinde boğulmaya sürüklüyor. Dış ve iç politikayı ABD ve AB'ye, ekonomiyi IMF ve Dünya Bankası'na teslim eden yönetici takımı, uluslararası tekelci sermayenin ve işbirlikçilerinin bir dediğini iki etmiyor.

Kapitalistler, holding patronları, şirket yöneticileri, sermaye medyası ve hükümet 1475 Sayılı İş Yasası'ndaki değişikliklerle, işçi sınıfına ve emekçilere yönelik bir kuşatma harekatı sürdürüyor. Kapitalist sömürü ve saldırıdaki bu pervasızlık, ekonomik krizlerin faturasını işçilere, emekçilere kesiyor. Çalışma yaşamında patronlara, sermayedarlara sınırsız özgürlük tanınıyor. Astıkları astık, kestikleri kestik bir iş yaşamını yasallaştırıyorlar. İşçileri, emekçileri alınıp-satılan bir mala dönüştürüyorlar. Dünya ve Türkiye işçi sınıfını, modern köleler olarak zincire vuruyorlar.

Hükümetin iş yasasını değiştirmesi sonucu, 8 saatlik iş günü hakkı gaspedilmiş, esnek çalışma yasalaşmıştır. Kıdem tazminatı hakkı kaldırılmış, sigorta ve sendika hakkının temelleri dinamitlenmiştir. Sömürü kapıları hortumculara, soyguncu, yağmacı takımına ardına kadar açılmıştır.

Emperyalist saldırganlık, ABD öncülüğündeki sömürgeci savaş ve terör, kapitalist sömürünün yoğunlaştırılması sadece Türkiye'de gündeme gelmiyor. Başta Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler olmak üzere, ABD ve bütün diğer emperyalist ülkelerde de işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırılar artıyor. Kazanılmış demokratik haklar gaspediliyor, "iç ve dış güvenliğin sağlanması" adı altında baskıcı yasal düzenlemeler hızla yürürlüğe giriyor.

Ek bilgiler

  • Yazar Levent Dokuyucu
  • Yıl 2002
  • Kurum Haber-İş Sendikası İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

Almanak 2002Yaşanan kriz ve milyonlarca işçinin işten atılmasını fırsat bilen patronlar, "Bununla niye yetinelim" diyerek işçi sınıfına yönelik saldırılarını 2002 yılında bir üst boyuta taşıdılar. 2001 yılında sendikalı işyerlerinde toplu sözleşmeleri delen, ücretleri düşüren, ücretsiz izin uygulamasını istedikleri gibi hayata geçiren patronları; bu saldırılara karşı ciddi bir çıkış olmaması, hatta mücadele edecek unsurların sendikal bürokrasi tarafından hareketsiz bırakılması daha da cesaretlendirdi. Patronlar artık gözlerini işçi sınıfının yüzyıllar önce canları ve kanları pahasına elde ettikleri haklara çevirmişlerdi.

Bu cesareti kendilerinde bulmalarının en temel sebebi, 2001 yılında krizlerle beraber işçilerin haklarına yönelik saldırılar gündeme geldiğinde, sendikaların yeterli cesaretle çıkış göstermemesidir. Hatta "işyerini koruma" adı altında uzlaşmanın türlü yollarını denediler. Ve bunu yaparken "yeter ki işten atmalar olmasın" diyerek kendilerini haklı göstermeye çalıştılar. Bu gerekçenin ne kadar geçersiz olduğu sözleşmelerin delindiği fabrikalardan yüzlerce işçi atılmasıyla gözler önüne serildiyse de, sendikalar ve konfederasyonlar uzlaşmaktan vazgeçmediler.  İşten atılan işçilere sahip çıkmak bir yana "Neyse ki hepsi atılmadı" demekle yetindiler. Sermaye ve hükümet karşısında işçilerin; memurlar, esnaflar ve üretici köylülerle birleşerek güçlü bir mücadele ortaya koyabileceği her fırsat, sendika bürokratlarının bu geri tutumuna takıldı. Emek Platformu kuruldu ama bir süre sonra bürokrasinin çarkları arasında ezildi, iş görmez, açıklama yapmaktan öte bir anlam taşımayan bir kurum haline geldi. Emek Programı ise bizzat yazanlar tarafından "yenilenmiş" haliyle tozlu raflara kaldırıldı.

Ek bilgiler

  • Yazar Seyit Aslan
  • Yıl 2002
  • Kurum DİSK Gıda-İş Sendikası Genel Sekreteri
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi
Ara...